ANADOLU ÜNİVERSİTESİ AÇIK ÖĞRETİM FAKÜLTESİ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 4. SINIF 8. YARIYIL E-PUB DERS ÖZETLERİ
Çağdaş Türk Edebiyatları – 2

İnsan aklında çağrışımlar oluşturan, düşündürücü, bakan kişiyi kendisine çeken fotoğraflar üretmeye çalışarak kübizmin ardından yeni deneyler yapan fotoğrafçılar, gerçeğin dışında soyut çalışmalar üretmeye başlamışlardır. Fransa’da doğan non-figüratif, non-objektif gibi isimlerle de anılan soyut sanat, fotoğrafta doğada rastlanan gerçek varlıkları betimlemeyen bir anlayış olarak kabul edilmiştir. Bu anlayışla üretilen fotoğrafta genelde fiziksel gerçekliklere gönderme yapılmamakta, dolayısıyla da, fotoğrafın içerdiği görsel ögelerin gerçek varlıklar olma zorunluluğu bulunmamaktadır.
Soyut sanat, gerçekliğe bağlı kalmayı aşarak, zihinsel bilgiyi temel alan ya da bilgiyi tümüyle dışlayan bir yaklaşımdır. Nesnel gerçekliğin bulunup, çıkarılması, işlenmesi ve sergilenmesi toplumcu gerçekçiliği savunan her sanatçının doğrusal yönü olarak kabul edilmiştir. Ancak, doğrunun koordinatlarından sapma gösterdiği yer soyut sanat alanı içine girmektedir. Soyut kısmın yapıta bakan kişilerce şekillendirilmesi de tekrar somutlama olarak görülmektedir. Bu şekilde, fotoğraf sanatında yansıtmacı geleneğin dışında, biçimsel bozulma, renk varyasyonları, doku ve detay çekimlerinin yanı sıra kolaj, montaj vb. tekniklerle soyut sanat dönemi başlamıştır.
Continue reading »Endüstrileşme ile birlikte insan hayatında başlayan hareketlilik ve dinamizm, kendini sanatta göstermekteydi. Ancak, bunu gösterecek teknikler çok sınırlıydı. Sinema gibi bir görsel anlatım dili henüz bulunmamıştı. İşte Dinamizm böyle bir ortamda hayat buldu. Fotoğraf da bu anlatım biçimi için en uygun araçtı. Dinamizm, kısaca hareket veya güçlülük kavramları ile tanımlanabilir. Çoğunlukla yalın bir gözle görülebilecek özel bir an değildir. Ancak hareket eden bir cismi pozlandırırken, obtüratörün açık kaldığı süre içinde, konunun yer değiştirmesi anında, onun film ya da sensör üzerindeki hareketinin hızına bağlı olarak netsiz bir iz bırakmasıdır. Örneğin gece araba farlarının film üzerinde bıraktığı çizgi halindeki izler… Gözün takip edebildiğinden daha hızlı hareket eden, fakat pozlandırma sırasında dondurulabilen görüntülerde dinamizm vardır.
Kübizm temelde resim sanatında var olan bir akımdır. Kübizm Pablo Picasso’nun Paris’e gelip Ravignon sokağında 13 no’lu daireye taşınması ile başlar. Bu daire rüzgarlı havalarda beşik gibi sallanan Seine (Sen) nehri üzerinde çamaşır toplayan ve temizleyen teknelere benzediği için “tekne-gemi” ismi ile tanınmıştır. Bu dairede pek çok ressamın ve 1912 yılına kadar da Picasso ve Max Jacob’un oturduğu bilinir. Aynı zamanda tekne-gemi, o devrin hemen hemen bütün sanatçıların toplantı yeri olarak da kullanılmıştır.
1885 yıllarında, edebiyatta gerçekçiliğin, empresyonizmin aşırı gitmelerine bir tepki olarak, sembolizm akımı gündeme gelmiştir. Bu akıma göre, sanatçılar doğadan ve yaşamdan alınmış sembollerle düşüncelerini, görüşlerini dışa vurmuşlardır. Görünenin altındaki gerçek anlamları mantıklı bir biçimde dışarı vuran bu yaklaşımda, öncelikle bir düşünce olmalı ve bu düşünce sembollerle anlatılmalıdır. Öznel bir yaklaşım olan sembolizmde nesne, nesne olarak değil, öznenin algıladığı şekilde bir düşünceyi dışarı vurmakta, sanatçının iç dünyasında her şey son şeklini almaktadır.
Fotoğraf bize, çağrışım yaptıracak şekilde semboller içerebilir veya kendisi de bir sembol olabilir. Örneğin beyaz saflığı, televizyon, koltuk tüketici kitlesini düşündürebilir. Bunlar reklam dünyasında oldukça yoğun olarak kullanılmaktadır.
Continue reading »Natüralizm ve empresyonizme bir tepki olarak doğmuş olan ekspresyonizm (dışavurumculuk ya da anlatımcılık), sanatçının birey olarak duygularını anlatarak dışa vurması olarak ifade edilmektedir. Ekspresyonistler, dış dünyanın nesneleri ya da olaylarıyla ilgilenmekte, nesneyi parçalayıp onun arkasındaki gerçeği yakalamak istemektedirler.
20. yüzyıl başlarında İskandinav (Norveç, İsveç) ve bazı Alman sanatçılarının oluşturdukları ve geliştirdikleri bir sanat hareketi olan ekspresyonizm, çağının psikolojik, ekonomik, politik ve dinsel sorunlarını, insanı ve yaşamın dramını dile getirmeye çalışmıştır.
Continue reading »Natüralizm (doğalcılık), yaşamı ve doğayı birebir oranında kopya eden, gerçekliği görünüşü içinde ele alıp derinindeki süreçleri anlamaya çaba göstermeyen bir anlayış olarak kabul edilmiştir. Sanat yapıtında doğal gerçekliği hiçbir değişime uğratmadan, üsluplaştırıp ülküselleştirmeden betimlemeyi amaçlayan anlayış olan natüralizm, gerçekliğin çirkin ya da güzel oluşuna aldırmamaktadır. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında ortaya çıkan sanat ve edebiyat akımı natüralizm, o dönemdeki doğa ve pozitif bilimlerin deney ve gözlem yönteminden etkilenmiş, nesnelerin olduğu gibi betimlenmesi anlayışı bu dönemde iyice önem kazanmıştır.
Başlangıçta fotoğrafçılık, makinenin detayları ve dokuyu natüralisttik bir şekilde gösterme yeteneği nedeniyle resme bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu gelişme 19. yüzyılın sonlarında gerçek bilgiye duyulan ihtiyaçla aynı döneme rastlamıştır. Natüralizm akımı, yaşamın her biçim ve düzeyinin bir ifadesi olmuş, doğayı en güçlü ve en yoğun haliyle yeniden temsil etmiştir, ancak doğanın ideal güzelliği fikrini kabul etmemiştir. Sanattan çok yaşama yakın olan bir anlatıma sahip olan natüralizm, realizm akımını pekiştirmiş, yeni konular ortaya çıkararak gerçekçiliğin zenginleştirilmesine neden olmuştur.
Continue reading »1860’lı yıllarda Fransa’da ortaya çıkan empresyonizm, gerçekçi anlayışın resimdeki son halkası olarak değerlendirilmiştir. Empresyonistler, romantikler ve gerçekçilerin anlatım biçimlerinden farklı olarak, düşünce ya da görüntü olarak algılanan her şeyin insanda bıraktığı izlenimleri, aslına benzerliği, tarihselliği ve duygusallığı içinde resmetmeyi seçmişlerdir.
Empresyonist sanatçılar dış dünyaya ait olanı; ışığı, renkleri, tepkileri, hüzünleri yansıtan anlık konuları resmetmişlerdir. Bu akım ışık ile resim yapma olarak tanımlanmış, ışık, renk ve renk kontrastlığı anlayışında devrim yaratmış, idealize edilmiş soyut ışık yerini gerçek ışık kaynağı güneşe bırakmıştır. Konu ışık yansımaları arasında kaybolmuş, düzenleyici olan aklın yerini göz almaya başlamış ve gördükleri gerçek renkleri resmetmişlerdir.
Continue reading »Fotoğrafçılar, başlangıçta nesnel bir yaklaşımla dünyayı kaydetmeye çalışmış, daha önce hiç görülmemiş yerlerin ve yabancı insanların görüntülerini çekmişlerdir. Fotoğrafın, birçok çevre tarafından gerçek dünyanın yansıması olarak düşünülmesi, bir belge olarak değerlendirilmesine yol açmıştır. 19. yüzyılın ortalarına doğru, çağın egemen olan düşünce yapılarına, değer yargılarına ve estetik anlayışına göre, realizm (gerçekçilik) akımı gelişmiştir. Realistlerin ana ilkesi, gerçekten ve gerçeklikten ayrılmamaktır; bununla birlikte, insanın ruhsal gereksinim duyduğu görsel hazzı bir yapıttan alabilmesi için estetik kurallara da önem verilmektedir.
Romantizm insanla özdeşleşen ve insanoğlunun varoluşundan itibaren var olan bir duygudur ve ilk kullanımı resim sanatında ortaya çıkmıştır. Romantik ve dramatik biçimdeki düşünüş, duygular ve illüzyona dayanır. Anlatım biçimi ve işlenişi konunun kendisi kadar önemlidir.
Fotoğrafta Romantizmin köklerinin, 19. yüzyılda profesyonel portre stüdyolarında oluşturulmuş dekorlarla yapılan çekimlerde dayandığı görülür. Desenli fon perdeleri konuyu destekleyici aksesuarlar ve süslemeler zamanın zevkini yansıtmaktadır. Aynı zamanda izlenimci biçimle yumuşak görüntü elde etme teknikleri ve baskıda müdahale, romantik etkiler için idealdir. Romantizmde biçimsel gelişmeler, 1920–1930 yılları arasında portre fotoğrafçılığının en etkin olduğu yıllar olarak fotoğraf tarihine geçti.
Continue reading »